İçeriden Bir Ses
Son yıllarda, özellikle devletin, toplumun, ekonominin sırtında kambur gibi gösterilen bir grup var: emekliler.
Öncelikle, aktif çalışma yaşantısı bittikten sonra “keyif sürebilmek” için sağlıklı olmak, yani Dünya Sağlık Örgütü’nün sınırlı tanımıyla bile fiziksel, ruhsal ve toplumsal olarak iyi hâlde olmak gerekir. Kuru iktisadi tartışmaları bir yana bırakıp 20 yıl çalışıp süresiz tatile çıktığı ima edilen emeklilerin sağlıklı olabilme yolunda nasıl bir mücadele yürütmek durumunda olduklarına değinelim.
Emeklilik yaşı ülkemizde giderek yükseliyor ancak emeklilerin ortalama 50 yaş üzerinde olacağını söyleyebiliriz. Ülkemizde yaygın görülen yüksek tansiyon, diyabet (şeker) gibi kronik hastalıklar gittikçe daha erken yaşlarda ve artan oranlarda görülüyor. 40 yaş üzerindeki herkesin kalp damar hastalıkları açısından risk taraması yapılıp gerekirse takibe alınması gerekiyor. Emeğin sömürülmesine dayanan rejimin bedenleri yıpratmış olması, sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşımın güçleşmesi, hava kirliliği, yoğun stres, egzersiz olanaklarının olmaması gibi temel nedenlerle sağlıklı olmanın önündeki sistemsel engellere yaşın ilerlemesi ile gelen olağan işlev kayıpları (görme ve işitme kaybı gibi) ve artan riskler de (kemik erimesi, düşme riski, enfeksiyonlara eğilim gibi) eklenince, emeklilerin koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerine duyacağı gereksinimin boyutu kolayca anlaşılabilir.
Genel durumu tespit etmenin ötesinde sağlık sisteminin içinde olan bir hekim olarak emeklilerin sağlık sorunlarını daha somut bir şekilde anlatmak isterim.
Geçim sıkıntısı emeklilerin çalışmasına, hem de uzun saatler çalışmasına yol açıyor. Kronik rahatsızlıklar nedeniyle Aile Sağlığı Merkezlerine gelenlere egzersiz yapıp yapmadıklarını soruyoruz ve genelde olumsuz cevap aldığımızdan kendilerini fizyoterapiste yönlendiriyoruz. Ancak fizyoterapistler genelde yürüme mesafesi olmayan uzaklıkta oluyor. Yürümeyi göze alacak dahi olsalar yolların ve kaldırımların kalabalık, bozuk olması nedeniyle hele bir de baston kullanıyorlarsa “Ben almayayım, kalsın,” demelerine yol açıyor.
Ruh sağlığı açısından sosyalleşmek çok önemli. Para harcamadan bir araya gelip sosyalleşebileceğiniz yerler ise çok az. Bunların sonucunda nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar için risk olan hareketsiz yaşam ve yalnızlık kaçınılmaz oluyor. Yıllarca hem dışarıda hem evde çalışan, 7’den 77’ye tüm hane halkına bakımını üstlenen emekli kadınların dinmeyen ağrılarını, hasar almış eklemlerini iyileştirmek olanaklı mı?
Uzman doktor gerektiğinde randevu alabilmesi dert, gidilebildiğinde doktorun dinlemeye, muayene etmeye vakti yok. Tomografi, ultrason, tahlil istendiğinde eğer görüşme öğleden sonra gerçekleşiyorsa, tahlil için ertesi sabah, tomografi için bir hafta sonra, ultrason için de iki hafta sonra tekrar gitmek bir dert, sonuçları göstermek için yine aynı doktordan randevu alabilmek ayrı bir dert. Hastane uzak, otobüs kalabalık, hastane içi işler zor, refakatçi lazımsa birilerinin daha günü uyacak ki gidilebilsin. Diyelim ki teşhis konuldu, o ilacı devlet ödüyor mu acaba? İşitme cihazını ödemiyor mesela. Diş sağlığı mı? Kamuda var ama orası da 10 dakikada bir randevu ile çalıştığı için, bazı tedaviler yapılamıyor. Fizyoterapi için aylarca sıra bekleniyor.
Çöken sağlık sisteminin enkazında geçerken birbirimize ancak selam verebiliyoruz hekimler ve hastalar olarak. Önlemek, taramak, takip etmek, teşhis etmek, tedavi etmek, rehabilite etmek, hepsini yapmak lazım, hepsinde tökezliyoruz.
Nefesimiz daraldı. İhtiyacı ve sorunu tespit etmek kolay da bu çarkı tersine nasıl çevireceğiz? Havayı temizlemek, azıyla yetinmeye alışmış akciğerlerimize de derin derin nefes almayı öğretmek gerek. Yıllarca emeğiyle geçinmiş insanları üzerlerine boca ettiği bin bir türlü sağlık sorunu ile baş başa bırakan kirli havayı dağıtmak gerek. Sadece kalp krizinden korunmak için değil, insanca bir yaşam için de sokağa çıkıp hareket etmek gerek.